Bir Fikrin Bedeli

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de en çok korkulan şeyin fikirler olduğu gerçeği iyiyi, doğruyu, güzeli, hakkı söyleyenler, yaşayanlar ve ödedikleri bedeller üzerinden ‘Bir Fikrin Bedeli’nde ortaya konuluyor.

Bir Fikrin Bedeli

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de en çok korkulan şeyin fikirler olduğu gerçeği iyiyi, doğruyu, güzeli, hakkı söyleyenler, yaşayanlar ve ödedikleri bedeller üzerinden ‘Bir Fikrin Bedeli’nde ortaya konuluyor.

“Sorun şu: Yaşamış olduğu din ve insanlara anlatmış olduğu din şu anda mevcut sisteme aykırı, mevcut anayasal düzene aykırı olduğundan dolayı Halis Hocamız sanki şu anda suçluymuş gibi lanse edilmekte. Oysa anlatmış oldukları, tamamen fikir özgürlüğü demiş oldukları şeyin içerisine dâhil olmakta; lakin ‘Herkes düşünebilir, sen düşünemezsin!’ dediklerinden dolayı Halis Hoca’mız da şu anda bu tarz sıkıntılara maruz kalmakta, diyebilirim.”

Türkiye…
Asırlarca -eğrisiyle doğrusuyla- hilafetin payitahtlığını yapmış coğrafya… Birinci Dünya Savaşı’yla beraber değişen dünya düzeninde payına düşeni en fazla yaşayan topraklar…
1920 tarihinden itibaren hilafet düzeni başta olmak üzere İslam dinine dair her hakikatin baskıyla yok edilmeye çalışıldığı ülke…

80 darbesinden sonra adım adım açığa çıkan muhafazakâr İslami söylemler 90’ların ilk yarısında iyice belirginleşmiş, kendini göstermişti.

Muhafazakâr bir partinin iktidarı sırasında kendini her zaman sistemin asıl ve mutlak sahibi addeden bir güruh, 28 Şubat postmodern darbesiyle dönemin başbakanını kerhen istifaya zorlamıştı.

Bu darbeyle beraber toplumun her kesiminde âdeta Müslüman avı başladı.
“Şeriat yanlısı gösteri yapmak isteyince polis müdahalesi ile karşılaştı…”
Zulmün her türlüsü ülkenin dört bir yanına yayılmıştı. İnsanların birbirlerine tahammülü kalmamış, kimliklerinden ötürü zulüm görmeleri normalleşmişti.

Üniversitelerde başörtülü öğrenciler gözaltına alınmış; özgürlük ve hoşgörü anlayışı ile övünen bir zihniyet, İslam’ı çağrıştıran hiçbir imgeye tahammül edemez hâle gelmişti.

Bu baskı ve yıldırmalar sonucunda bir süre istikrarsız yönetimle sınanan ülke, yaşadıklarının akabinde dünün mazlumlarının iktidara gelmesini sağlamıştı. Bu değişim sonrası derin bir nefes alan halk, kötü günlerin artık geride kaldığına inanmıştı… Fakat dünün mazlumları kısa sürede, yeni mağduriyetlere imza atan bir iktidar konumuna gelmişti. Üstelik elinde daha büyük bir koz ve asıl niyetini gizleyen göz alıcı bir maskesi vardı: Muhafazakârlık…

Bugün Türkiye’de geçmiş dönemde olduğu gibi modern bir ‘28 Şubat Süreci’ yaşanmaktadır…”

“Aslında bugün hâlâ 28 Şubat sürecinin kalıntılarının devam ettiğini görüyorlar…”

Bu yeni dönemde de zulme en fazla maruz kalanlar hiç şüphesiz İslami yapılar oldu.

“Bu ülkede İslam’dan bahsetmek neden suç oluyor?..”

Tevhid ve Sünnet Camiası da bu yapılardan biriydi. Bunda şaşırılacak bir durum yoktu. Çünkü insanların iliklerine kadar işlemiş olan korkunun hâkim olduğu o günlerde bir İslam davetçisi senelerdir dönen çarkı bozup hakkı haykırmaktan geri durmuyordu. O, kınayıcının kınamasından korkmadan, birçok kesimin bahsetmeye çekindiği hakikatleri cesurca haykırdı.

Davet edildikleri şey hilafet topraklarının vârislerine ağır geldi. Öyle ki asırlardır değişmeyen yöntemleriyle saldırdılar; teklifler sundular, tehditler ettiler, iftiralar attılar ve hapsettiler.

İlk olarak 2008, 2011 ve 2014 yıllarında El-Kaide adı altında baskılara maruz kalan Camiamız, El-Kaide’nin dünya piyasasındaki popülaritesini yitirmesi ve IŞİD’in adını duyurması ile beraber 2015 yılından itibaren de bu örgütle irtibatlandırılmaya başlandı. Sistem, bu iftiraları Türkiye ile sınırlandırmayıp dünya basınına yayma çabasına da girişmişti.

Oysa hakikat belliydi.
Tevhid ve Sünnet Camiası “tüm peygamberlerin ortak daveti” ni insanlara ulaştıran; toplumu ihya, irşad ve inşa etmek için çalışan bir avuç fedakâr yiğitten müteşekkildi. Bir sünnetullahın daha vuku bulma zamanıydı: Tüm resûllerin ve arkadaşlarının başına gelenler, parolaları “hasbunallah” olan bu yiğit topluluğun da başına gelecekti. Tarih tekerrür ediyordu…

Medyanın türlü karalama ve kısıtlamalarına rağmen vicdan sahibi bir azınlığın bu hakikatleri ve yaşatılan zulümleri dillendirmesi de bir gerçekti. Evet, gece gündüz müminlere tuzak kuran, gücü ve sultayı elinden bulunduranların “Hubel ve Uzza”ları vardı. Lakin müminlerin de Mevla’sı vardı…

Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına…

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de en çok korkulan şeyin fikirler olduğu gerçeği iyiyi, doğruyu, güzeli, hakkı söyleyenler, yaşayanlar ve ödedikleri bedeller üzerinden ‘Bir Fikrin Bedeli’nde ortaya konuluyor.

“Sorun şu: Yaşamış olduğu din ve insanlara anlatmış olduğu din şu anda mevcut sisteme aykırı, mevcut anayasal düzene aykırı olduğundan dolayı Halis Hocamız sanki şu anda suçluymuş gibi lanse edilmekte. Oysa anlatmış oldukları, tamamen fikir özgürlüğü demiş oldukları şeyin içerisine dâhil olmakta; lakin ‘Herkes düşünebilir, sen düşünemezsin!’ dediklerinden dolayı Halis Hoca’mız da şu anda bu tarz sıkıntılara maruz kalmakta, diyebilirim.”

Türkiye…
Asırlarca -eğrisiyle doğrusuyla- hilafetin payitahtlığını yapmış coğrafya… Birinci Dünya Savaşı’yla beraber değişen dünya düzeninde payına düşeni en fazla yaşayan topraklar…
1920 tarihinden itibaren hilafet düzeni başta olmak üzere İslam dinine dair her hakikatin baskıyla yok edilmeye çalışıldığı ülke…

80 darbesinden sonra adım adım açığa çıkan muhafazakâr İslami söylemler 90’ların ilk yarısında iyice belirginleşmiş, kendini göstermişti.

Muhafazakâr bir partinin iktidarı sırasında kendini her zaman sistemin asıl ve mutlak sahibi addeden bir güruh, 28 Şubat postmodern darbesiyle dönemin başbakanını kerhen istifaya zorlamıştı.

Bu darbeyle beraber toplumun her kesiminde âdeta Müslüman avı başladı.
“Şeriat yanlısı gösteri yapmak isteyince polis müdahalesi ile karşılaştı…”
Zulmün her türlüsü ülkenin dört bir yanına yayılmıştı. İnsanların birbirlerine tahammülü kalmamış, kimliklerinden ötürü zulüm görmeleri normalleşmişti.

Üniversitelerde başörtülü öğrenciler gözaltına alınmış; özgürlük ve hoşgörü anlayışı ile övünen bir zihniyet, İslam’ı çağrıştıran hiçbir imgeye tahammül edemez hâle gelmişti.

Bu baskı ve yıldırmalar sonucunda bir süre istikrarsız yönetimle sınanan ülke, yaşadıklarının akabinde dünün mazlumlarının iktidara gelmesini sağlamıştı. Bu değişim sonrası derin bir nefes alan halk, kötü günlerin artık geride kaldığına inanmıştı… Fakat dünün mazlumları kısa sürede, yeni mağduriyetlere imza atan bir iktidar konumuna gelmişti. Üstelik elinde daha büyük bir koz ve asıl niyetini gizleyen göz alıcı bir maskesi vardı: Muhafazakârlık…

Bugün Türkiye’de geçmiş dönemde olduğu gibi modern bir ‘28 Şubat Süreci’ yaşanmaktadır…”

“Aslında bugün hâlâ 28 Şubat sürecinin kalıntılarının devam ettiğini görüyorlar…”

Bu yeni dönemde de zulme en fazla maruz kalanlar hiç şüphesiz İslami yapılar oldu.

“Bu ülkede İslam’dan bahsetmek neden suç oluyor?..”

Tevhid ve Sünnet Camiası da bu yapılardan biriydi. Bunda şaşırılacak bir durum yoktu. Çünkü insanların iliklerine kadar işlemiş olan korkunun hâkim olduğu o günlerde bir İslam davetçisi senelerdir dönen çarkı bozup hakkı haykırmaktan geri durmuyordu. O, kınayıcının kınamasından korkmadan, birçok kesimin bahsetmeye çekindiği hakikatleri cesurca haykırdı.

Davet edildikleri şey hilafet topraklarının vârislerine ağır geldi. Öyle ki asırlardır değişmeyen yöntemleriyle saldırdılar; teklifler sundular, tehditler ettiler, iftiralar attılar ve hapsettiler.

İlk olarak 2008, 2011 ve 2014 yıllarında El-Kaide adı altında baskılara maruz kalan Camiamız, El-Kaide’nin dünya piyasasındaki popülaritesini yitirmesi ve IŞİD’in adını duyurması ile beraber 2015 yılından itibaren de bu örgütle irtibatlandırılmaya başlandı. Sistem, bu iftiraları Türkiye ile sınırlandırmayıp dünya basınına yayma çabasına da girişmişti.

Oysa hakikat belliydi.
Tevhid ve Sünnet Camiası “tüm peygamberlerin ortak daveti” ni insanlara ulaştıran; toplumu ihya, irşad ve inşa etmek için çalışan bir avuç fedakâr yiğitten müteşekkildi. Bir sünnetullahın daha vuku bulma zamanıydı: Tüm resûllerin ve arkadaşlarının başına gelenler, parolaları “hasbunallah” olan bu yiğit topluluğun da başına gelecekti. Tarih tekerrür ediyordu…

Medyanın türlü karalama ve kısıtlamalarına rağmen vicdan sahibi bir azınlığın bu hakikatleri ve yaşatılan zulümleri dillendirmesi de bir gerçekti. Evet, gece gündüz müminlere tuzak kuran, gücü ve sultayı elinden bulunduranların “Hubel ve Uzza”ları vardı. Lakin müminlerin de Mevla’sı vardı…

Küfrün Karanlıklarından, Vahyin Aydınlığına…

Tevhid Medya Ofisi